• Sadece Sağlık Turizmi
  • Posts
  • Yeni Bir Sağlık Turizmi Markası Yaratan Yatırımcıların Teptiği En Büyük Fırsat 📌

Yeni Bir Sağlık Turizmi Markası Yaratan Yatırımcıların Teptiği En Büyük Fırsat 📌

Sağlık Turizmi Markanızı bir bilmece gibi yaklaşmakla bir sır gibi yaklaşmak arasında ne fark var? Bu farkın değeri ne?

Merhaba değerli sadece sağlık turizmi okuyucuları her pazar paylaştığımız yazıların yanına, keyif veren yeni serilere başlıyoruz. Bunlardan biri ise ilham alabileceğimiz marka hikayeleri serisi olacak.

Bugün 5 dakikada,

  • Yeni bir sağlık turizmi markası yaratmak: Bir bilmece mi, yoksa bir sır mı?

  • Büyük Balıkların Hantallığı

  • Bir Markayı Tasarlamak

  • Yeni bir sağlık turizmi markası yaratan yatırımcıların teptiği büyük fırsat

konularını inceleyeceğiz. Keyifli Okumalar… :)

Yeni bir Sağlık Turizmi markası olan ya da yeni bir marka yaratma aşamasında olan girişimcilerin karşısına 2 yol çıkar:

Yeni markanıza bir “bilmece” gibi davranabilirsiniz. Ya da yeni markanıza, bir “sır” gibi davranabilirsiniz. Bu iki davranış şekli arasındaki fark, bazen milyar dolarlarla ölçülüyor. Ve girişimcilerin teptiği en büyük fırsat da, bu iki davranış şekli arasındaki farkta gizleniyor.

Sizin hangi yoldan ilerlediğinizi tespit edebilmeniz için, bilmecelerle sırlar arasındaki farkı çok iyi tanımlayan birine başvuracağız. Kendisi bir pazarlama gurusu değil, bir istihbaratçı. 11 Eylül’den sonra Usame bin Ladin’in peşine düşenlerden biri.

2014-2017 yılları arasında ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin başkanlığını da yapmış olan, Harvard ve Princeton mezunu Gregory Treverton, bilmecelerle sırlar arasındaki farkı şöyle tanımlıyor.

👀

"Usame Bin Ladin’in yeri, bir bilmecedir. Gerçeğe dayalı basit bir cevabı vardır. Cevabı bulmak için ihtiyacınız olan, daha fazla bilgidir. Saddam’dan sonra Irak’ta neler olacağı ise, bir sırdır. Buradaki sıkıntı, elde yeterli bilgi olmaması değildir. Fazlasıyla var. Hatta CIA’den Bağdat’taki taksi şoförlerine kadar konu hakkında herkesin bir görüşü var. Ama bu sorunun basit ve gerçeğe dayalı bir cevabı yok. Bu bir sır. Ve ihtiyacımız olan, daha fazla bilgi değil.

Yani Treverton, bulmacaları çözmenin elimizdeki bilgiye bağlı olduğunu, sırları çözmenin ise, elimizdeki bilgiyi nasıl analiz ettiğimize ve nasıl yorumladığımıza bağlı olduğunu söylüyor.

Yeni bir sağlık turizmi markası yaratmak: Bir bilmece mi, yoksa bir sır mı?

Gerçeğe dayalı net bir cevaba ulaşmak için, daha fazla bilgi peşinde mi koşmalıyız?

Yoksa eldeki veriyi daha iyi analiz etmeye mi çalışmalıyız?

İki bambaşka yol ve iki bambaşka bakış açısı…

Kolayına kaçıp, her ikisi de, diye cevaplayabilirsiniz. Ama gerçek hayatta pek öyle olmuyor. Markalara bilmece gibi yaklaşanlarla sır gibi yaklaşanlar, çoğu zaman birbirinden net olarak ayrılıyor.

Bilmece gibi yaklaşanlar

Mesela dev şirketler, pazarlamaya ve markalamaya sır değil, bilmece gibi davranırlar. Unilever, P&G, Coca-Cola Company gibi devlerden bahsediyorum.

Konuyu bilmece gibi ele alırlar ve hep daha fazla bilgiye ihtiyaçları vardır. Çünkü bilgi, bu devlerdeki yöneticilerin sigortasıdır.

Yatırımcılarına, hissedarlarına, yönetim kurullarına karşı sorumlulukları vardır. Bu yüzden net bilgilerle hareket etmek zorundadırlar. Fazlasıyla araştırma yapmadan ve net bilgilere ulaşmadan bir adım bile atmazlar.

Attıkları adım saçma da olsa, yönettikleri marka zarar da etse, çakılsa da, çatlasa da, patlasa da, hesap zamanı gelip mahkeme kurulduğunda, neden o adımı attıklarına dair ellerinde kanıtları olur. Bu sayede, profesyonel yaşamlarına ağır bir ceza almadan devam edebilirler.

Dev şirketlerde markalar çoğunlukla böyle yönetilir, işler böyle yürür.

Böyle yaptıkları için onları yargılayamayız. Hesap vermeleri gereken yerler ve sorumlulukları var.

Gözden kaçan kısım şu:

Pazarlamanın kitabını bu devler yazdığı için, onların yaptıkları genel kural gibi kabul ediliyor. Bu devlerde bir süre çalışan ya da pazarlama literatürüne biraz göz atan biri, yeni bir marka yaratma sürecini, bir bilmece olarak görme üzerine kodlanıyor.

Oysa tek yol bu değil.

Markalamaya bir sır gibi de yaklaşabilirsiniz.

Çünkü pazarlamadaki her sorunun cevabı, Bin Ladin’in yeri gibi, daha fazla bilgiyle çözülebilecek net bir gerçeğe dayanmaz.

Bazen de konuya bir sır gibi yaklaşmak, eldeki bilginin arkasındaki görünmeyen anlamı keşfetmek, analiz makinasını çalıştırmak gerekir. Sonuca böyle de gidilebilir.

Bu yolun çok daha az tercih edilmesinin sebebi, analizin objektif değil subjektif olmasıdır. Analiz kişiye özgüdür. Aynı veriye bakan 10 ayrı kişi, 10 ayrı sonuç çıkartabilir.

Ve dev şirketler, çalışanlarının subjektif analizlerine milyon dolarlar yatırmak istemeyebilirler. Onların bileceği iş.

Onların bu analizlere kıymet vermemesi, kıymet verse de uygulayamaması, yeni bir marka yaratma aşamasında olan girişimcilerin önüne, büyük bir fırsat olarak çıkar.

Markalamaya bir bilmece gibi değil de bir sır gibi yaklaşarak, dev şirketlerin yapamayacaklarını yapabilir, söyleyemeyeceklerini söyleyebilirsiniz.

Çünkü her adımınızı veriyle sağlama alma zorunluluğunuz yok. Sadece kendi aklınıza, analiz gücünüze, sağduyunuza güvenebilirsiniz.

Avantajın büyüklüğüne bakar mısınız?

Devlerin yapamayacaklarını yapmak, söyleyemeyeceklerini söylemek

Netflix’in eski kreatif direktörü Mike Cessario tam da bunu yaptı ve 3 yılda yarım milyar dolar değere ulaşan bir marka yarattı.

Hayır, Silikon Vadisi’nde değil. İşin içinde yeni ve karmaşık bir teknoloji yok.

Ortada daha önce görmediğimiz-duymadığımız yepyeni bir ürün ya da icat da yok.

En saf ve en yoğun anlamlarıyla, markalama ve pazarlama var.

Ama bilmece gibi ele alınan pazarlama değil, sır gibi ele alınan pazarlama...

Şimdi gelin, bu markayı ve yaratıcısı Mike’ı inceleyelim. Neleri, neden ve nasıl yaptıklarına bakalım. Emin olun bu markada, kendi markanızda kullanmak adına öğrenebileceğiniz ve ilham alabileceğiniz çok şey var.

Mike ne satıyor?

Mike sadece su satıyor. Ambalajı olmadan baktığınızda ya da tattığınızda, herhangi bir özelliği ya da farklılığı olmayan, sıradan bir su. Ve sadece sudan, 3 yıl içinde yarım milyar dolarlık bir marka yarattı.

İlk bakışta inanmanın zor olduğunun farkındayım. Dünyada yeterince su markası var. Mike nasıl bir dokunuşla sudan yarım milyar dolarlık bir marka çıkarmış olabilir ki?

Akla hemen, Evian geliyor. Mike acaba, Evian’dan “daha premium” bir su markası mı yarattı? Titanium plus platinium? Hayır.

Suyu diğer sıradan su markalarından daha pahalıya satıyor, evet, ama yarattığı marka Evian gibi “premium” bir marka değil.

Bir markanın daha yüksek fiyat etiketi koyabilmesi için, illa ki “premium” algılanması gerekmiyor. Yaşadığımız coğrafyada, yüksek fiyatın tek karşılığı kaba bir lüks gibi görülse de, şart değil.

Mike da suyuna, diğer su markalarından daha yüksek bir fiyat etiketi koyabiliyor. (6 şişe su ya da 2 şişe bira alınabilecek fiyata, 1 şişe su satıyor.) Çünkü suyu, daha önce kimsenin satmadığı gibi satıyor. Çünkü Mike, pazarlamaya bir bilmece gibi değil, bir sır gibi yaklaşıyor.

Likit Ölüm - Liquid Death

Mike’ın markasının adı bu, Liquid Death. Evet, bir heavy metal grubu adı gibi. Ama bir su markası.

Şimdi daha isimden başlayarak, hemen soralım kendimize: Herhangi bir dev şirkete, yeni su markalarının ismi olarak bunu önersek?

Gülerler. Değil kabul etmek, ciddiye bile almazlar, şaka yaptığımızı zannederler. Ama Mike, su markasına bu ismi koyarak işe başlamış.

Çünkü Mike’ın zihninde, kanıt olarak kullanabilecekleri bir bilgi arayan dev şirketlerin elindeki terabaytlarca datada olmayan bir bağlantı, bir kavrayış, bir analiz, bir yorum var.

Ve isimden ambalaja, markayla ilgili her şey, o yorum sayesinde ortaya çıkan fikirle ilgili:

Mike’ın nasıl bir zihinsel süreçle bu markayı yarattığını anlamanız için, konuştuğu bir podcast yayınından size kendi cümlelerini aktaracağım.

Mike diyor ki:

Philadelphia dışında punk rock ve heavy metal gruplarında çalarak büyüdüm. İster inanın ister inanmayın, o heavy metal ve punk rock dünyasında, sağlığa çok önem veren birçok insan var. Bir heavy metal konserinde, muhtemelen bir Taylor Swift konserinden daha fazla vegan vardır. Liquid Death’i sadece bu pazar için yaratmadık. Ama bu benim için, Liquid Death markası ve ambalajı için, ilham kaynağıydı.

...

Dünya daha sağlıklı bir yöne ilerliyor. Tüm sağlıksız yiyecek-içecek satışlarında düşüş var. Y ve Z kuşağı artık sarhoş olmanın havalı olduğunu düşünmüyor. Hatta utanç verici buluyorlar. Yani insanlık, daha sağlıklı seçeneklere ilerliyor.

...


Ama sağlıklı gıda endüstrisi, ürünlerini tek bir tonda pazarlıyor. Sağlıklı gıda müşterisine bir klişe olarak yaklaşıyorlar ve sağlıklı insanların nasıl insanlar olduğu hakkında genellemeler yapıyorlar…

Mike, sağlıklı ürün pazarlamasının olmazsa olmazı yoga yapan fit kadın imajıyla dalga geçtikten sonra diyor ki:

Biz bunun bir tür saçmalık olduğunu düşünüyoruz.

Saçmalık

Mike haklı. Pazarlama ve reklam dünyasının büyük bir bölümü, alışılmış ve kanıksanmış saçmalıklarla yürüyor. Pazarlama dünyasındaki herkes bu saçmalıklardan memnun. Çünkü kimse, herkesle aynı saçmalığı yaptı diye, işinden olmuyor.

80’li ve 90’lı yıllarda, hiçbir satın almacının IBM satın aldığı için işinden olmadığına dair bir söz dolaşırdı iş dünyasında. Tıpkı onun gibi.

Oysa ki işimiz pazarlama, markalama ve reklam. İşimizin özü farklı olmak. Gerçekten çok saçma değil mi?

Mike cesurca bu tabuları yıkabildiği için, 2021'de 45 milyon dolar gelire ulaştı.

Şimdi gelin, markasını tasarlarken neyi nasıl yaptığına bakalım:

Bir markayı tasarlamak

Mike, sağlıklı yaşamaya özen gösteren insan tipinin, sadece sağlıklı ürünler pazarlayan dev markaların reklamlarında gösterdiği “yogacılar” olmadığı gerçeğini görmüş.

Sağlıklı ürünlerin hep aynı şekilde pazarlanmasının saçmalığını fark etmiş. Bu ürünleri illa ki yogayla, doğayla, dereyle, tepeyle, kuşla, böcekle ya da huzurla mı bağdaştırmalıyız, diye düşünmüş.

Ve su markalarının alıştığımız konseptinden çok, bir bira ya da enerji içeceğine benzer bir konseptle markasını yaratmış.

Marka adını da bu konsepte göre seçmiş: Liquid Death.

Bu noktadan sonra ise, yani iş marka adının altında yazan kategori ismine ve ambalaja gelince ise, Mike’ın sadece zıpır bir girişimci olmadığı, işin tekniğine de oldukça hakim olduğunu anladığımız dokunuşlar gelmiş.

Kategori ismi

İşin sadece zıpırlık olmadığını anladığımız en önemli noktalardan birincisi bu.

Her yeni markanın aslında iki isme ihtiyacı vardır: Birincisi marka ismi, ikincisi kategori ismi. Ve Mike bunun farkında…

Mike Liquid Death’i, Dağ Suyu - Mountain Water olarak tanımlamış.

Bu iki kelimenin önemini şöyle özetleyebilirim:

Sadece iyi bir ürün, iyi bir marka ismi ya da iyi bir konseptle güçlü bir marka yaratamazsınız. Çünkü insanlar markaları zihinlerine kategori ismiyle kaydeder. Kategori ismine dikkat etmezseniz, markanızın başı belaya girebilir. Doğru bir kategori ismi ise, yeni markanızı hızlıca uçuşa geçirebilir.

Zihnimizdeki Excel dosyası

Zihninizde markaları depoladığınız bir Excel dosyası olduğunu hayal edin. O Excel dosyasındaki her sütun, bir kategoriyi temsil eder. Sütunların en tepesinde de, kategori isimleri vardır.

Mesela “su” sütunu.

Su markalarını o sütuna yazarız: Erikli, Hayat, Pınar, Nestle…

Yeni su markalarıyla karşılaştıkça, aşağı doğru aynı sütuna yazmaya devam ederiz.

Sütunun en tepesindeki marka, o sütunu zihinlerde yaratan markadır. Kategoriyle ilk tanıştığımız markadır, o kategoride ilk akla gelen markadır ve o kategoride çoğunlukla liderdir.

Mesela Türkiye’deki insanların zihninde, su sütununun ilk sırasında, çoğunlukla Erikli vardır. Erikli Türkiye’de su kategorisinde liderdir.

Pazar payları da o sütundaki sıralamayı takip eder.

Kritik nokta şurası:

Siz yeni bir su markası yaratır ve onu “su” olarak tanımlarsanız, insanlar markanızla tanışınca, marka isminizi su sütununun en altına yazar.

İnsanların zihninde su sütununda en tepeye çıkmak için, önünüzde çok rakip olur.

Ama yeni su markanızı, mesela “dağ suyu” olarak tanımlarsanız, markanız Excel dosyasındaki su sütununa girmez. Dağ suyu kelimeleri, yeni bir sütun yaratır.

Markanız da o sütunun ilk sırasına kurulur.

Su denince akla Erikli gelirken, ya da “premium su” denince akla Evian gelirken, “dağ suyu” denince de akla Liquid Death gelir. İşte buna, yeni kategori yaratmak diyoruz.

Markanız, insanların zihninde diğer su markalarıyla anlamsız bir rekabete girmemiş olur.

Çok daha detaylı biçimde Kelimelerle Konumlandırma’da anlattığım bu kestirme yöntem, yeni bir marka yaratırken kullanabileceğiniz önemli taktiklerden biri. Mike bu taktiği kullanmış ve markasını su değil, “dağ suyu” olarak tanımlamış.

Böylece sadece 2 basit kelimeyle, hem markasını diğer su markalarından apayrı bir yere konumlandırmış hem ürünün doğallığının altını çizmiş hem de yüksek fiyatına anlamlı bir sebep üretmiş. Bir taşla 3 kuş...

Bu herhangi bir su değil, dağ suyu…

Çok basit görünüyor ama çok etkili. Tam da olması gerektiği gibi.

Peki dev bir şirkette bu iki kelimeyi kullanabilir misiniz? Suyunuzu, dağ suyu diye tanımlayabilir misiniz?

Pek kolay olmaz. Önce tüketicilerin dağ suyuna ne tepki verdiklerini ölçmeniz gerekir. Genel bir araştırma yaptırırsınız. Tüketicilere dağ suyunun ne anlama geldiğini, dağ suyunu tercih edip etmeyeceklerini sorarsınız. Aldığınız saçma cevaplarla kafanız karışır.

Sonra odak grup araştırmaları yapılır. İnsanların, daha önce hiç duymadıkları ve içmedikleri dağ suyu hakkında konuşmalarını ve fikir beyan etmelerini beklersiniz.

Dağ suyu hakkında raporlar hazırlanır. Ürün testleri yapılır. Lezzet karşılaştırmaları yapılır. Tüketicilerin dağ suyunun lezzetini diğer sulardan ayıramadıkları tespit edilir. Gerek var mıdır dağ suyu demeye? Lezzetli su desek?

Siz tam pes edecekken biri der ki, sadece "bilmem ne dağlarının zirvesinden gelen su" desek, dağ suyu demesek? Aşırı parlak fikrini atar ortaya ve 6 ay da bununla uğraşırsınız.

Oysa ki dağ suyunun ürün olarak öyle aman aman bir özelliği yoktur. Su işte... Ama o 2 kelime, dağ suyu, bir özelliği varmış gibi bir hava yaratır. Asıl istediğiniz de budur ama dinletemezsiniz.

Sonunda herkes mutlu olsun diye, “dağ suyu” ifadesi kullanmaktan vazgeçilir, logoda ve markanın iletişiminde “dağ” konseptiyle ilerlenmesine karar verilir.

Yani “dağ suyu” diye yola çıkar, elinizde çakma bir Evian’la eve dönersiniz.

Ambalaj

Mike Liquid Death’i, diğer tüm su markaları gibi cam ya da plastik şişeye koymak yerine, biradan alışık olduğumuz 50’lik tenekede piyasaya sürmüş.

Bu kararını, teneke kutuların geri dönüşümünün daha kolay olmasına bağlayarak anlatıyor ve Liqiud Death’in çevre konusunda bilinçli olduğu mesajını veriyor.

Böyle söylemesi normal.

Liqiud Death’in bir su markası gibi görünmesini istemiyordum. Bu yüzden su markalarını andıracak herhangi bir ambalaja koyamazdım. Ben de birayı ya da enerji içeceği Monster’ı çağrıştıran 50’lik kutuya koydum, diyemez. Ama gerçek olan bu.

Yeni bir kategori yaratacaksanız, yani insanların zihninde yeni bir sütun açmayı düşünüyorsanız, sadece ürüne, konsepte ya da reklama bel bağlayamazsınız.

Görsel olarak da, onlar gibi olmak istemediğiniz markalardan ayrışmanız gerekir. Red Bull’un hayatımıza soktuğu küçük teneke kutuları hatırlayın…

Red Bull’dan önce, 50’lik ve 33’lük teneke kutular vardı. Bira ve kola kutuları… Red Bull ise hayatımıza, 25’lik kısa ve ince teneke kutularla girdi. O kutuyu ilk defa Red Bull’la gördük. Meşrubat ya da alkollü içecek olmadığını, başka bir şey olduğunu anlatmanın basit ve etkili bir yoluydu.

Üstelik o küçük kutudaki miktarın azlığı, içindeki içeceğin ne kadar etkili olduğu mesajını da alttan alta iletti. Enerji içeceği pazarı ve Red Bull böyle doğdu.

Mesala 10 yıl önce Didi’de de, Didi’nin “ice tea” olmadığının, “soğuk çay” olduğunun altını çizmek için, Didi’yi alıştığımız 33’lük ice tea kutularında değil, 50’lik bira kutularında görmüştük. Sonuçta Didi de Lipton Ice Tea kadar satarak hayatına başlamıştı.

Mike da dağ suyunu cam şişeye ya da plastik şişeye değil de, 50’lik teneke kutuya koyarak, bu suyun bildiğimiz sulardan olmadığını bir kez daha ilan etmiş oldu.

Bu avantajın üzerine bir de, bir barda ya da bir partide, elinizdeki şu kutunun nasıl görüneceğini düşünün. Görseniz, ne olduğunu sormaz mısınız? Üzerine konuşmak için harika bir ürün değil mi?

Bira kutusunda Liqiud Death isminde bir su. Pardon su değil, dağ suyu…

Şimdi yine dev bir şirkette olduğunuzu ve teneke kutuyu kabul ettirmeye çalıştığınızı düşünün. Ya da boşverin düşünmeyin. Düşünmesi bile sıkıcı. Neler olacağını biliyorsunuz artık.

Mike’a dönelim.

Liqiud Death’in iletişimini nasıl tasarladığını aynı podcast yayınından kendi cümleleriyle öğrenelim.

Sanki büyük markalar markalama ve pazarlama konusunda 1960’larda düşündüklerinden çok da farklı düşünmüyorlar.

İnsanlarda neyin yankı uyandıracağını anlamaya çalışmak için haftalar, saatler ve günler harcayacak vaktiniz yok. Bu yüzden, bir marka ile bir eğlence şirketi arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmak istiyoruz. Çünkü günün sonunda, insanların sosyal medya akışlarına bir şeyler koyduğunuzda, yalnızca diğer su markalarıyla veya diğer reklamlarla rekabet etmiyorsunuz, aynı zamanda şaşırtıcı ve ilgi çekici videolar yapan YouTuber’larla rekabet ediyorsunuz. Film fragmanlarına karşı yarışıyorsunuz.

İnsanların ne yaptığınızı gerçekten önemsemesini sağlamak için çıtanın çoğu markanın gerçekten hayal edebileceğinden çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum.

Mike'ın yarattığı markanın ismi, kategori ismi ve ambalajı bile tek başına yeterince dikkat çekici. Yazının sonunda paylaşacağım web sitesinden başlayarak tüm iletişimi de bu dikkati sürdürüyor. Olması gereken de bu. Her yıl binlerce marka insanların dikkatini çekemediği için çakılırken, bu hayati bir meziyet.

Yeni bir sağlık turizmi markası yaratan girişimcilerin teptiği büyük fırsat


Çoğu girişimci ve yeni markası, dev markaları yönetenlerin mecburen sıkıştığı dar alanı matah bir şey zannediyor. Hayır değil. Onlar, öyle yapmak zorunda oldukları için öyle yapıyorlar. Doğrusu öyle olmak zorunda olduğu için değil.

O ciddiyet, o kurumsallık, o soğuk duruş, o kendini fazla ciddiye alma hâli bir tercih değil, mecburiyet. O markalar öyle olmak zorunda, başka çareleri yok. İsteseler de sıra dışı ve eğlenceli olamazlar.

Ama gördüğünüz gibi tek yol o değil. Yeni markanıza bilmece gibi yaklaşmak zorunda değilsiniz. Her adımınız için bir kanıt bulmak zorunda değilsiniz. Her kararınızı bilgiyle desteklemek zorunda değilsiniz.

Siz bu işe bir sır gibi yaklaşabilir, içgüdünüze, sağduyunuza ve analiz yeteneğinize güvenebilirsiniz. Sony Walkman’i böyle piyasaya sürdü. Jobs birçok ürünü böyle piyasaya sürdü. Elinizde kanıt olmadan sağduyunuza güvenmek o kadar da korkulacak bir şey değil.

Markalamada, reklamda ve pazarlamada, 2 + 2’nin 4 ettiği durumlar olduğu gibi, 3, 5 ya da 15 ettiği durumlar da var.

Onlar, 2 + 2’den 4 sonucunu çıkarmak zorunda. 3 ya da 5 çıkarsa, yöneticilerine açıklayamazlar ve zor duruma düşerler. Sizin öyle bir zorunluluğunuz yok.

Onlar ciddi olmak zorunda. Çünkü kendilerini çok ciddiye alıyorlar. Dikkat ederseniz, o markaların eğlenceli halleri bile samimiyetsiz. Sizin ve markanızın ciddi olmak gibi bir zorunluluğu yok. Kimsenin sizden ciddiyet beklediği de yok.

Ve işimiz pazarlama, markalama ve reklam. İşimizin özü farklı olmak.

En büyük avantajınızı kullanın.

Dev markaların yapamayacaklarını yapın, söyleyemeyeceklerini söyleyin.

Sizin en güçlü olduğunuz, onların en zayıf olduğu nokta burası.

Bu gücü kullanın.

Markanın web sitesi için buraya tıklayabilirsiniz.

Mike Cessario'nun markayı anlattığı podcast yayını için buraya tıklayabilirsiniz.

Reply

or to participate.